YER: Dersim, Ardıç
Köyü, Çalaxane Mezrası
TARİH: 23 Nisan 1993
BİR TÜRKÜDÜR DERSİM DAĞLARINDA
12'LER SAVAŞIYOR...
Çalaxanede bir katliam yaşadı Devrimci
Sol gerillaları 12 şehit verdiler. Katliam ve direniş, o süreçte Dersim
dağlarında gerilla olarak bulunan yoldaşlarının kaleminden şöyle anlatıldı:
Bu süreçte gerilla birliğimiz Dersim Çemişgezek Akçapınar Jandarma Karakolu'na bir baskın düzenlemiş
ve kayıp vermeden geri çekilmişti. Bu eylem düşmanda büyük bir panik ve korku yaratırken,
halkta ise büyük bir coşku ve sevinçle karşılanmıştı. Bu etkiyi yok etmek isteyen
düşman, bir operasyon başlatmıştı. Ama eylemi gerçekleştiren birliğe
ulaşamamıştı. Bu süreçte 12 savaşçıdan oluşan bir müfreze de faaliyet yürütmek
için Pertek bölgesine gitmişti. Eylem haberini büyük bir coşkuyla alan 12 savaşçımız
güvenliklerini almak amacıyla Hozat'a yola çıkmıştı.
Tam bu sırada Çalaxane'de
düşman tarafından kuşatılan 12 savaşçı, büyük bir direniş yaratarak şehit
düşmüştü. Onikilerin şehit düşmesi, halkta korkuyu
değil, sahiplenmeyi, direnmeyi, düşmana kin ve öfkeyi yaratmıştı. Binler
gerillayı sahiplenmişti.
Güneş daha yeni batıyordu. Ufukta kıpkızıl bir
parıltı vardı. Nisan ayında güneşin batışını seyretmek bir başka oluyordu. Oniki savaşçıdan oluşan müfreze köye gitmek üzere, konakladıkları
ormanlıkta son hazırlıklarını yapıyordu.
Çantalarını toplamış, çevrede herhangi bir iz
bırakmamak için çöpleri toplayıp kamufle ediyorlardı.
Tüm savaşçılar, çantalarını toplayıp, komutanın vereceği talimatı
bekliyorlardı. Gerillalar o gün Akpınar Köyü'ne gideceklerdi. Komutan Mehmet
(Ali Özbakır), birliğin öncüsü olan Halil (Abdi Şeker)'in
yanına yaklaştı. Hangi köye gideceklerini, yürüyüş kolunda dikkat etmesi
gereken kuralları anlattıktan sonra harekete geçtiler.
Köylüler çoktan işlerini bitirmiş, evlerine
dönmüşlerdi. Gerillalar akşamın sessizliğine gömülerek, patikadan ayrılıp, Hozat-Pertek
Karayoluna ulaştılar. Akpınar köyüne gitmek için kısa süre bu yolda yürümeleri
gerekiyordu. Müfreze yola ulaşır ulaşmaz, komutanın talimatıyla mesafeler açık
ve çapraz yürüyüşe geçtiler.
Araç yollarında çapraz yürüyüş gerillanın bir
kuralıydı. Çünkü düşmanla karşılaştığında, düşman pususu ve devriye riski her zaman
vardı. Gecenin zifiri karanlığında göz gözü görmüyordu. Sadece gökyüzündeki
yıldızların parıltısı aydınlatıyordu yeryüzünü. Gerillalar karayolundan ayrılarak
yamaçtan Akpınar Köyü'ne doğru ilerlediler. Köyde sokak lambaları yanıyordu.
Köpekler kesik kesik havlıyorlardı. Gerillalar köyü
gören tepeye ulaştıklarında Halil durdu.
Halil durunca, müfrezedeki diğer savaşçılar yere
çömeldiler. Komutan Mehmet, Halil'in yanına giderek, köyün içini, çevresini
izlemeye başladılar. Köyde hiçbir olağandışı hareketlilik yoktu. Ama yine de
tedbiri elden bırakmamaları gerekiyordu. Komutan Mehmet bir süre daha izledi
köyü. Daha sonra arkasında yürüyen Ali Hüseyin (Abidin yıldız) ve Hasan'ı
(Cengiz Kala) yanına çağırarak, Halil'le birlikte onları köye gönderdi.
Köye giden savaşçılar, bir evin lambasını üç kez
kapatıp açarak durumun normal olduğunu belirten işareti müfrezeye verdiler. Hep
birlikte bir eve gittiler.
Evin kapısını Halil çaldı. İçeride yaşlı bir köylü
seslenerek:
- Bra bra
sıma kame (Kardeş kardeş siz kimsiniz)
- May may Devrimci Sol, keber yakı Apo (Biz biz Devrimci
Sol, kapıyı aç amca)
Yaşlı amca kapıyı açarak gerillaları içeriye aldı.
Ev halkı gerillaları sıcak karşıladı. Gerillalar dışarıya iki nöbetçi
bırakmışlardı. Nöbetçilerden biri evin yanında dururken, diğeri ise köyün
girişinde duruyordu.
O gün akşama doğru, Akpınar'a yakın olan bir köyden,
orta yaşlı biri de gelmişti. Bu köylü Hasan'ın (Cengiz Kala) babasıydı.
Aylardır oğlunun gerillada olduğunu biliyordu, ancak gidip bir türlü görememişti.
Gerillaların bu köye geldiğini duymuş, belki karşılaşırım diye gelmişti.
Gerillaların köye girdiğinden habersiz bitişik
evdeydi. Köyün köpeklerinin her havlayışında dışarı koşmuş, ama kimseyi
göremeyince de tekrar eve dönmüştü. Gerillalar köye girdiklerinde köpekler yine
havlamıştı. Ancak kimse gelmemiştir diye bu sefer dışarı çıkmamıştı.
Hasan'ı bu köylüler de tanıyordu. Evine girdikleri
aileden bir genç, fırsatını bulup Hasan'ın kulağına "Baban gelmiş, yan evde" diye fısıldadı. Hasan, babasının
köyde olduğunu duyunca komutan Mehmet'in yanına gidip, babasının geldiğini
söyledi. Bunun üzerine Komutan Mehmet evden bir genci göndererek, Hasanın babasını çağırdı. Baba,
evden içeri girince gözleriyle Hasan'ı arıyordu. Ama önce tüm gerillalarla
tokalaşıp onları tek tek öptü. Oğlu Hasan'a da sıkıca
sarıldı.
Hasan'ın babası gerillaya bir de eylem haberi
getirmişti. Oğlunu görmenin heyecanıyla neredeyse bu haberi vermeyi unutacaktı.
Heyecanla komutan Mehmete eylem haberini verdi: "Sizin arkadaşlarınız Çemişgezek'te Akçapınar Karakolu'nu basmış, askerden çok ölü varmış.
Gerillalar da kayıp vermeden geri çekilmişler."
Komutan Mehmet ve diğer savaşçılar eylemin
yapılacağını biliyor, kaç gündür bu haberi bekliyorlardı. İçeri girdiğinde
Komutan Mehmet sevinçle eylem haberini açıkladı. Bu haberle birlikte evin içi
canlandı. Gerillaların sevinci, coşkusu köylüleri de sardı.
Yoldaşlarını eyleme uğurlarken, "birer kurşun
da bizler için sıkın" demişlerdi. Gerilla birliğinin cephanesi sınırlıydı.
Çünkü daha birkaç ay öncesinde hareket içinde darbecilik olayı yaşanmıştı. Darbeciler,
hareketin silah ve cephanelerini de gaspetmişlerdi.
Bu nedenle eyleme gidecek olan yoldaşlarına, kendi cephanelerinin bir kısmını
vermişlerdi. Tüm olanaksızlıklara rağmen hiç kimsenin giremez dediği yerlere
girmiş eylem yapmışlardı.
Bu arada Müfrezinin komüncüsü olan Perihan (Eylem
Yıldız) ve Mustafa (Özgür Kılıç), köyün diğer evlerinden yiyecek toplayıp geri
dönmüşlerdi. Artık gitme zamanı gelmişti. Köylülerle vedalaşarak ayrıldılar.
...
Gerillalar kaldıkları arazide günün büyük bir
bölümünü eylem üzerine konuşarak geçirdiler. Akşam olunca yine büyük bir
titizlikle konakladıkları yerleri temizleyip kamufle ettiler.
Hava karardıktan sonra Kalankoz köyünün yoluna
koyulacaklardı. Havanın kararmasını beklerken halay çekip marş söylediler. Kalankoz'un çevresini akşama kadar nöbetçiler izlemişti.
Çevrede o gün herhangi bir olumsuz gelişme
görememişlerdi. Hozat-Pertek karayolundan ise hiçbir askeri araç geçmemişti.
Gerillaların tümünün düşüncesi eyleme katılan yoldaşlarındaydı. Çünkü onların
bulunduğu bölgeye asker binlerce güçle bir operasyon başlatmıştı. Operasyon her
gün daha geniş bir alana yayılıyordu. Konakladıkları araziye yakın olan Akdemir
Karakolu'na da askeri güç gelmişti.
Komutan Mehmet bu durumu değerlendirdikten sonra Kalankoz köyüne gitmeye karar vermişti. Havanın kararmasıyla
köyün yoluna girdiler. Kalankoz 5-6 haneden oluşan
Hozat-Pertek karayolunun üzerine kurulmuş bir köydü. Gerillalar, her zaman
uğradıkları bir eve güvenlikli bir şekilde girdiler. Yolu ve çevreyi gören uygun
bir yere nöbetçi çıkardılar. Komutan Mehmet geldikleri evde, Akçapınar Karakolu baskınını anlatarak başlattı sohbeti.
Sohbetin derinleştiği bir sırada heyecan ve korkuyla
genç bir kız girdi içeriye. Komutan Mehmet genç kızı yanına çağırarak onunla
konuşmaya başladı. Genç kız heyecanla anlatmaya başladı.
- Bizim eve
gerilla kıyafetli biri geldi. PKK gerillası olduğunu söylüyor. Ama ağzı içki
kokuyor. Bu adamın tim olduğundan şüphelendiğim için amcama haber vermeye
geldim.
Komutan Mehmet genç kızı sakinleştirdikten sonra,
eve gidip bu kişinin kim olduğunu anlamaya çalışacaktı. Komutan Mehmet,
kontrgerilla elemanlarının bazen bu şekilde köylere girip bilgi almak ve pusu
atmak amaçlı faaliyetlerini biliyordu. Bu nedenle bu kişinin de bir
kontrgerilla elemanı olabileceğini ve sağ yakalayıp sorgulayabileceğini
düşündü. Ve yanına bir savaşçı alarak genç kızın evine yöneldi.
Komutan ve savaşçı, evin kapısından içeri girdikleri
an, kontra elemanı karşısında birden gerillaları görünce can havliyle Komutan
Mehmet'in üzerine atladı. Çok kısa bir boğuşmadan sonra Komutan Mehmet'in yere
düşmesinden faydalanarak kaçtı.
Hemen ardından çevrede pusuya yatan timler evi
kurşun yağmuruna tutmaya başladılar. Komutan Mehmet ve yanındaki savaşçı açılan
ateşe karşılık verince kısa bir süre çatışma yaşandı. Çatışma sırasında diğer
evde bulunan on savaşçı hemen dışarıya fırlayıp uygun yerlerde mevzilendiler.
Komutanın gelmesiyle, birlik köyün dışına çekilmeye başladı.
Bu bölgede TİKKO itirafçısı olan Bozo
lakaplı Yusuf Geyik, bir kontra ekibiyle birlikte faaliyete başlamıştı. Bozo'nun ekibiyle birlikte olduğu haberi, Devrimci Sol
gerillalarına halk tarafından ulaştırılmıştı. Gerillalar ise birkaç kez bölgede
Bozo'nun geçebileceği yerlere pusu atmış ve Bozo bu pusuların birinden ucuz kurtulmuştu.
Gerillaların şu anda yapabilecekleri fazla birşey de kalmamıştı. Bir an önce bu bölgeden çıkıp güvenlikli
bir yere ulaşmaları gerekiyordu.
Tarih 22 Nisan 1993'tü. Gerillalar Çalaxhane köyüne doğru çekiliyorlardı. Müfrezede bulunan savaşçılardan
birçoğu da yeniydi. Kimisi birkaç ay, kimisi de birkaç hafta önce gerillaya
katılmışlardı. Müfrezenin en deneyimli savaşçıları ise Komutan Mehmet ve
yardımcısı Nurten'di.
Operasyon olacağının bilincindeydiler. Operasyon
alanının dışına çıkmak için şafak atana kadar yürüdüler. Hava aydınlanmaya
başladığında gerilla birliği Çalaxane'nin üstündeki
tepelere yeni ulaşmıştı.
Düşman da gerilla birliğinin bulunduğu bölgeyi
tespit etmiş, binlerce gücünü bu alana yığarak kuşatmaya başlamıştı.
Pertek'ten, Hozat'tan, Dere Nahiyesi, Akdemir, Peyik,
İnciağa karakollarından da askerler bu bölgeye
aktarılmıştı.
Hava aydınlandığında Zeve
köyünün üstleri Hıdırdamları ve Bargini'nin
üstündeki tepeler askerlerle doluydu. Düşman gerillayı takibe başlamıştı.
Askerlerin bir kısmı da İnciağa korucularıyla
birlikte geceden gelip Çalaxane köyüne yerleşmişti.
Fakat savaşçıların bundan haberi yoktu. Müfrezedeki savaşçılar Çalaxane'nin tepelerinde düşmanı gözetliyorlardı. Bargini Köyünün üstündeki düşmanı da farketti
Komutan Mehmet. Gerillalar ormanın içinde bir süre yürüdükten sonra altlarında
bulunan ve Çalaxane köyüne kadar uzanan dereden çevreyi
birkez daha izlediler. Savaşçılar sabaha kadar
yürüdüklerinden hem susamışlar, hem de yorgun düşmüşlerdi.
Yürüdükleri derenin içi Çalaxane'den
görünüyordu. Askerler evlerin içine yerleşmiş gelen gerillaları izliyor, elleri
tetikte bekliyorlardı. Gerillalar ise olacaklardan habersiz sakin sakin yürüyorlardı.
İki derenin birleştiği yerin hemen üzerinde bulunan
tepenin başında yeni yapılmış iki katlı bir ev bulunuyordu. Bu evden derenin iç
kısımları çok rahat bir şekilde denetlenebiliyordu. Köylüler de korku ve panik
içerisinde askeri seyrediyordu.
Köylülerin hepsi askerin böyle geceden gelip köye
girmelerinden ve gündüz olmasına rağmen bir yere ayrılmamalarından kuşkuya
düşmüşlerdi. "Acaba birşey mi olacak, ihbar mı
var?" diye düşünüyorlardı. Askerler zorla evlerine, bahçelerine yerleşmiş,
ağaçlıkların arasına, kayaların arkasına gizlenmişlerdi. Kuşatan da, korkudan
gizlenen de onlardı. Köylülerin huzursuzlukları gittikçe artıyordu. Askerlerin
bir an önce zorla girdikleri evlerinden, köylerinden gitmelerini istiyorlardı.
13 yaşında bir kız, köyün hemen altında iki derenin
birleştiği yerdeki çeşmeden kovasına suyun dolmasını beklerken, birden derenin
içlerinden kendisine doğru gelen gerillaları gördü. Gerillaların elbiseleri de
askeri elbise olduğundan kız, onları asker zannetti. Hemen kovasını alıp geri
dönmek için hızlı hızlı hareket ediyordu ki, gerillalardan
en önde yürüyen ve yüzünde gülüşü hiç eksik olmayan Veysel (Cihan Taçyıldız) kıza seslendi:
- Bacım, bize bir tas su vermeyecek misin?
Genç kız birden sarsıldı. Kendi kendine olamaz dedi.
Ve asker sandığı gerillalara;
- Abi köyü asker sardı,
çabuk buradan gidin, diyebildi. Boğazı düğümlenmişti, adeta konuşamıyordu. Gerillalar
ise kıza hemen evine gitmesini söylediler.
Gerillalar kuşatılmışlardı. Tam bir çember
içerisindeydiler. Tepelerde ve köyde bulunan askerler tüfeklerini gerillaların
üzerine doğrultmuş, ateş etme emrinin verilmesini bekliyorlardı. Tam da bu
sırada Komutan Mehmet, müfrezeyi üçe bölerek mevzilenmeleri talimatını verdi.
Gerillaların mevzilendiğini gören düşman, amansızca ateş etmeye başladı.
Gerillalar sağlı-sollu mevzilenmeye çalışıyordu.
Ancak mevzilenecekleri fazla bir yer de yoktu. Düşman ise yoğun bir şekilde
ateş ediyordu. Komutan Mehmet (Ali Özbakır) ve Hasan
(Cengiz Kala) birbirlerini koruya koruya dereden
yukarı çıkıyorlardı. Biri mevzilenip ateş ediyor, diğeri hızla ileriye
koşuyordu.
Daha sonra o mevzilenip ateş ediyor, diğeri koşarak
ilerliyor ve mevzilenip ateş ediyordu. Düşmanın atış alanından çıkmalarına
15-20 metrelik bir mesafe kalmıştı. Hasan mevzilenmiş düşmana ateş ediyordu.
Komutan Mehmet bu sırada Hasan'ın yanına ulaşmak için ayağa kalkmıştı ki aldığı
kurşunlarla şehit düştü. Hasan ise korunaklı bir yere varmak için koşarken
aldığı bir kurşunla yaralandı.
Yere düşerken silahı elinden fırlayıp uzağa düştü.
Düşman Hasan'ın düştüğünü görünce yeniden taradı. Bir ara ateşi kesen düşman
askerleri mevzilendikleri yerden kalkarak elleri tetikte ağır ağır Hasan'a yaklaştılar. Hasan halen yaralı yerde
yatıyordu. Silahının kendisinden uzak olduğunu gören askerler bundan cesaret
alarak Hasan'ın yanına geldiler.
Hasan'ın
başına gelen askerler sağ olduğunu görünce, askerlerden biri komutanına "Komutanım
terörist yaralı ne yapalım" diye sordu. Düşman subayı ise bağırarak
"gebertin, öyle getirin" dedi. Bu emri alan düşman askerleri Hasan'ı
başına sıktıkları kurşunla katletti.
Daha aşağıda bulunan savaşçılar çatışmayı
sürdürüyordu. Ama gerillaların cephanesi sınırlıydı. Bu yüzden tek tek ve isabetli atışlar yapıyorlardı. Komutan yardımcısı
olan Nurten çantasını ve içinde bulunan dökümanları
ateşe verdi. Nurten'in mevzilendiği yerin 30-40 metre altında derenin içinde 5
savaşçı da mevzilenmiş çatışıyorlardı.
Ancak bu savaşçıların mevzilendiği dere açıktı.
Derenin içerisinde önce Hayri (Mehmet Çolak), daha sonra Mustafa (Özgür Kılıç),
Eda(Behiye Canik), Selçuk (Hasan Aktaş)
ve Perihan (Eylem Yıldız) birer birer vurularak şehit
düştüler.
Nurten (Selvi Uzun), Halil
(Abdi Şeker), Veysel (Cihan Taçyıldız), Avni (Haydar
Aydın) ve Ali Hüseyin (Abidin Yıldız) dakika dakika
küçük derenin içinde çatışmayı sürdürüyorlardı. Çatışma yaklaşık iki saattir
devam ediyordu. Cephaneleri sınırlı olan savaşçıların birer birer
tükendi mermileri. Mermisi biten Nurten silahını yanındaki taşa vurup
parçalayarak slogan ata ata yürüdü düşmanın üstüne.
Diğer dört savaşçının da cephanesi tükenmişti. Tükenen sadece kütüklüklerdeki
mermilerdi. Hepsi birer birer ayağa kalkıp slogan
atarak teslim olmayacaklarını haykırıyorlardı.
Kurşunu biten 5 savaşçıyı düşman tutsak aldı. Düşman
5 savaşçıyı köyün yanına götürüp bir ağacın önünde yanyana
dizip sırtlarını çevirerek ellerini havaya kaldırmalarını söyledi. Hiçbir
savaşçı ellerini havaya kaldırmıyordu. Çünkü bu teslim olmaktı. Oysa savaşçılar
teslim olmayacaklarını attıkları sloganlarla dile getiriyorlardı.
Savaşçıların yan yana dizildiğini gören yaşlı bir
kadın bağırarak "çocukları vuracaklar" diyerek savaşçıları korumak
için onların yanına gidiyordu. Askerler ve korucular yaşlı anayı yakalayıp dövmeye
başladılar. Ana yediği dayaklara aldırmıyor, habire
"çocukları öldürmeyin" diye bağırıyordu. Anayı döve döve bir evin içine götürdüler.
İnşaat halinde olan bir evde mevzilenen askerler,
silahlarının namlularını 5 savaşçının üzerine doğrultmuştu. Savaşçılar halen
slogan atmaya devam ediyordu. Düşman subayı ateş emri verdiğinde namlulardan
çıkan yüzlerce kurşun beş savaşçının üzerine yağdı. Kurşunlanan savaşçılar yere
düşerken Avni, aldığı kurşun yaralarıyla yere diz çökmüş ölüme direniyordu.
Avni'ye yaklaşan bir tim, silahını kafasına dayayarak ateş etti. Beş savaşçı
uzanmıştı boyluboyunca. Kimisinin yumruğu havada, kimisinin
dudaklarının arasında yarım kalmış sloganlar, kimisinin sıkılı dişleri ve ve hepsinin zafer kahkahaları donmuştu.
Şehit düşen savaşçıların üzerine düşman yüzlerce
kurşun sıkarak cesetlerini paçalayarak vahşiliğini
bir köyün ortasında sergiliyordu.
Oniki savaşçının cesedini yerde
sürükleyerek askeri araçların yanına götürdüler. Pertek'ten zorla getirdikleri
bir kamyonetin kasasına hepsini koydular. Şehit düşen oniki
savaşçının cesetlerini Pertek'in sağlık ocağına götürdüler.
...
"Kara haber erken yayılır" derler ya...
İşte Onikilerin şehit haberleri de aynı gün Dersim'de yayılmıştı dört bir yana. Anaların ağıtları
yükselirken genç, yaşlı, kadın, erkek her yaştan insan ateş püskürüyordu
düşmana. Katledilen evlatlarının ölü bedenlerini almak için akşamdan
hazırlanıyorlardı.
Sabahleyin Pertek'e nehirlerin denize boşanması gibi
dört bir yandan insanlar akmıştı. Sağlık ocağının önünü yüzlerce kişi
doldurmuştu. Düşman oniki gerillayı katlederek onları
yokettiğini sanmıştı. Oysa onikiler
binler olup karşılarına çıkmıştı. Panik içerisindeki düşman ilçenin giriş çıkışlarını
tutmuştu. Sağlık ocağının önünde biriken halkı korkutmak için, yüzlerce asker,
polis halkın çevresini sarmıştı.
Halk ise, düşmana inat sağlık ocağının önünü terketmiyordu. Onlar sadece cenazelerini almak için değil,
düşmanın yaptığı katliamın hesabını sormak için gelmişlerdi. Bir süre sonra
halkın öfkesi hep bir ağızdan atılan "12'ler Yaşıyor, Devrimci Sol Savaşıyor",
"Haklıyız Kazanacağız", "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak" sloganları
yayılıyordu. Askerler, polisler bir an ne yapacaklarını şaşırarak tehditlerle
halkı susturmaya çalışıyordu. Halk ise inadına inadına
düşmanın üzerine yürüyor, sloganları daha da gür haykırıyordu. Halkın bu
kararlı tavrı karşısında düşman geri çekilmişti.
Şehit aileleri çocuklarının cesetlerini tespit etmek
için sağlık ocağının morguna girmişlerdi, Morgda yanyana
dizilen şehitlerin cesetleri paramparçaydı. Öğleye kadar işlemler yapılacak
denilerek uğraştırmışlardı. Ancak öğlen cenazeler birer birer
alınarak arabaya yerleştirildiler. En önde Abdi Şeker selamladı halkını. Ardından,
Eylem Yıldız, Abidin Yıldız ve Cengiz Kala... Onların ardından ise Cihan ve
Haydar...
Hepsinin cenazeleri kızıl bezlerle örtülerek yola
koyulmuşlardı. Şehitler tilililerle, sloganlarla uğurlanıyordu.
Araçlar uzunca bir konvoydan oluşuyordu. Şehitler, dün dağları, bugün de
alanları ve halkın gönlünü fethediyorlardı. Herkes şehitlere saygıyla umutla
bakıyordu.
...
Eylem, Abidin ve Cengiz birlikte Akdemir köyüne
götürülüyor. Araç konvoyu Pertek'ten Akdemir'e doğru ilerliyor. Yolda cenaze
konvoyunu gören her araç duruyor. İnsanlar şehitler önünde saygıyla eğiliyor.
Cenaze konvoyu Hıdırdamları köyüne ulaştığında duruyor.
Tüm insanlar arabalardan inip yol üzerinde düzenli kortej oluşturarak sloganlar
atıyor.
Çevre köylerden insanlar şehitlere ulaşmak için
koşuşturuyorlar. Ağlayan, sızlayan yok. Coşku ve öfke hakim.
Çevrede bulunan askerler kitleye yüz metre dahi yaklaşamıyor. Korkularından
konvoyun arkalarından it gibi koşuşturuyorlar.
Eylem, Abidin, Cengiz beraber Akdemir'e giriyorlar.
Köy halkı cenazeleri köyün dışında karşılıyor. Cengiz'in cenazesi, arabadan
indirilip sloganlar eşliğinde taşınıyor. Abidin ve Eylem ise, buradan, kendi
köyleri olan Hozat'ın Taçkirek köyüne götürülüyor.
Cengiz'in cenazesi evlerinin önünde bir masanın
üzerine konuluyor. Başında karşılıklı iki kişi sol yumruklar havada nöbet
tutuyor. Çok kısa aralıklarla nöbet değiştiriliyor. Şehidin başında nöbet tutmak
için adeta insanlar birbirleriyle yarışıyor. Yaşlı analar ise yere çömelerek
tabutun etrafında daire oluşturup Kürtçe ağıt yakıyorlardı. Gençler ise
dövizler, pankartlar hazırlıyorlar.
Aynı gün defin işlemi yapılacağından Cengiz masanın
üzerinden alınıp, yıkanmak için geniş bir tahtanın üzerine konuluyor. Sonra
tabut içerisinden çıkarılıyor. Herkes heyecanlı. İnsanlar üstüste
yığılıp son birkez daha ona bakarak alnından öpmek
istiyordu.
Cengiz mezarlığa götürülmek için omuzlara alınıyor. Beşyüz kişi slogan ve marşları haykırıyor. Yarının
savaşçıları olacak çocuklar o minicik elleriyle topladıkları kır çiçekleriyle
geliyorlar mezarlığa. Yine aynı çocuklar beyaz taşlarla mezarın yanına Devrimci
Sol yazıyorlar.
Halk, Cengiz'i kahramanlığına yakışır bir şekilde
uğurluyor ölümsüzlüğe. Ama görevlerinin bitmediğinin de bilincindeler.
Şehitleri sahiplenişlerini Eylem ve Abidinin toprağa verileceği Taçkirek'e
taşımak istiyorlar. "Yürüyelim kardeşler, ulaşmak için kahramanlara" diyerek
akın akın koyuluyorlar dağlara varan patikalara.
Dağların derinliklerinde kıvrım kıvrım dolanan
patikalarda ilerleyen halkın pusulası gerillanın yaktığı ateş oluyor. Ateşe
doğru adım adım yürüdükçe halay sesleri daha bir yakınlaşıyor.
Halk, Taçkirek Köyüne
sloganlarla giriyor sloganlarla karşılanıyor. Bu köyde ölen yok. Çoğalan koca
bir ailenin düğünü var. Gözler ufukları süzüyor. Gözler gerillayı arıyor. Eylem
ve Abidin de binlerce kişinin alkışları, sloganları eşliğinde uğurlanıyorlar
ölümsüzlüğe.
Taçkirek köyündeki sloganlar Geçityaka'ya da taşınıyor. Abdi Hoca oturmuş etrafında
toplanan öğrencilerine öğretmeye devam ediyor. Daha öncesinde tek tek konuşup eğitmeye çalıştığı arkadaşlarını, bu kez de
kahramanlığıyla eğitiyor.
Bugüne kadar Geçityaka
köyünde yüzlerce insan biraraya gelmemişti. Abdi'nin
şehit düşmesi 500-600 kişilik halkı biraraya
getiriyor. Abdi'nin parçalanmış kalbini ve yukarıya kaldırmış sol yumruğunu
ağzında yarım kalmış sloganını gören halk, onun karşısında büyüleniyor. Onu
daha da yüceltip kararlılık, inanç bu olsa gerek diyorlar içlerinden.
Herkes Abdi Hocayı ölümsüzlüğe uğurlamanın
coşkusuyla "Yaşasın Ardıç Direnişimiz", "Devrim Şehitleri
Ölümsüzdür", "12'ler Yaşıyor, Devrimci Sol Savaşıyor" sloganlarıyla
tekrar tekrar öfkelerini dile getiriyorlardı. Onu
katledenler yanına yaklaştığında, halk taşlarla saldırıyor üzerine.
Cihan ve Haydar Dersim merkezinde binlerin slogan ve
marşlarıyla omuzlarda taşınıyor. Cihan ve Haydar'ı bütün Dersim halkı
tanıyordu. İki yiğit insanın gülen resimlerini takmışlardı yakalarına. Onları
en son ne zaman gördüklerini, kendilerine en son neler söylediklerini
anlatıyorlardı bir birlerine. Cihan onlarla iki hafta sokakta volta atmış,
neşeli kahkahaları yayılmıştı dört bir yana. Gözünün ve gönlünün dağlarda
olduğunu bilmeyen yoktu. Gerilla olmak en büyük arzusuydu. "Onu bugün yüreğimize
gömüp, biz de yarın gerilla olacağız" diyerek gençler birbirlerine fısıldaşıyorlardı.
Haydar ise daha bir hafta önce, hiç istemediği halde
gittiği askerden izne dönmüş ve otogarda otobüsten iner inmez arkadaşlarına
Cihan'ı sormuştu. Çünkü üç ay önce askere giderken Cihan'a birlikte gerillayı
gitmeyi önermiş, kendisinin askerden dönmesini beklemesini istemişti. Ancak
Cihan'ın gerillaya gittiğini duyduğunda artık yerinde duramaz olmuştu. Ve
ikinci gün kendisini gerillaya uğurlamaya gelen ablasına "birgün bu dağlardan silahlarımızla ineceğiz Dersim'e" demişti.
İşte Dersim halkı, bu genç yiğitlerini yüreklerine
gömmek, orada yaşatmak için toplanmıştı merkezde. Kin, öfke büyüktü. Cenaze
törenini yaptırmamak için her tarafı saran, her köşebaşını
tutan özel tim şaşkındı. Sabah erkenden Dersim merkeze girişleri tutmuş, cenaze
törenine katılımı engellemek istemişti. Ancak her dakika binler inadına
çoğalıyordu. Engellemek mümkün değildi. Yollar tutulduğu için arabalardan inen
insanlar patikalardan akıyordu meydana.
Dersim susmuştu. Kepenkler inmiş, işler bırakılmış,
herkes şehitleri uğurlamak için bekliyordu. '80 sonrasında ilkti bu. Bu kadar
insan kuşatmaya, korkutmaya rağmen, kuşatıldığında inancından vazgeçmeyen
gerillalar, onikiler gibiydi. Mezarlığa giden yola girildiğinde
özel tim "olmaz, yürüyümezsiniz" dediğinde,
karşılarındaki öfkenin kendisini ezeceğinden korkarak kaçmıştır.
Susan Dersim, birden binlerin ağzından "Bize
Ölüm Yok" marşını söylemeye başladı. Önünde hiçbir gücün duramayacağı bir
sel, 2 kilometrelik yolda akmaya başladı. En önde Devrimci Sol Gerillaları
Ölümsüzdür pankartı taşınıyordu.
Tek yürek tek yumruk halinde atılan "Dersim
Faşizme Mezar Olacak" sloganı ulaşıyor Elazığ Yıldızbağları'na.
12 Eylül'den sonra Elazığ'da binlerin yürüdüğünü kimse görmemişti. Dersim'den Elazığ'a; Hasan Aktaş'a
taşınan kahramanlık halkın üzerindeki ölü toprağını atıyordu. Halk, "Yaşasın
Dersim Direnişimiz" sloganı altında yılların suskunluğuna bir son
vermişti. "İnsanlar kurşunların üstüne yürür de, biz onları sahiplenmez miyiz"
diyen halk akın ediyor Hasan Aktaş'ın cenaze
törenine. Düşman panik içinde halkın etrafını kuşatıyor. Halk sloganlarla,
marşlarla ve Devrimci Sol marşıyla yürüyor.
Ali, Selvi, Cengiz, Abdi, Abidin,
Eylem, Hasan, Özgür, Mehmet, Behiye, Haydar ve Cihan oklarından fırlayan bir
yay gibi yayıldılar Anadolu'ya. Çalaxane'de başlayan
direniş, halkın sahiplenmesiyle düşmanı vuran bir silaha dönüştü. Onikilerin savaş sloganları, umutları ve özlemleri Nazım
Karaca'nın yazdığı, Mikail'in bestelediği Dersim'de
Doğan Güneş türküsüyle tüm coğrafyaya yayılıyor. Onikilerin
isimleri yeni bebeklere veriliyor. Onikiler yaşamaya,
yaşatmaya; savaşmaya ve savaştırmaya devam ediyor.